5 Aralık 2009 Cumartesi

Son Beş Dakika

Tüm bu gürültü de neyin nesi şimdi? Tüm yaprakları düşmeye hazırlanıyorken ağaçlarımın bir başkasının sokağındaki ve de bir başkasının rüzgarı vasıtasıyla olacak olan,bir bilinmeyenin sahibi..Bu rahatsız edici ses neden,nereden? Peki herkesin bakışlarını yerden kaldırmama sebebi neye bağlanabilir? Havanın birden üşütmeye başladığı hissini sahiplenmeme sebep olan şey?

Bunun adını ben mi koymalıyım, yoksa bir isim olmamalı mı? Olacaksa da bir başkası tarafından mı anlam verilmeli,ne… Bu korkunç fırtına daha önce de birilerini almış birilerinden ve de hiç tekrar getirmemiş olanlardan mı? Öyleyse yine birileri gitmek mi zorunda? O zaman kim gitmesi gereken? Ben miyim...

 

Gülümsemesi hoştu her zamanki gibi,hele bir de güneşin altında iken o,bir başka parıldardı sanki gözleri,etrafta kimseler yokken görürdüm. Belki de o yoktu ve ben de çoktan gitmiştim..

 

Ölümdü sanırım,birisi öldü yine, tanımıyordum, ama şimdi tanıyacağım..

 

Karanlık eller vardı suratımda seçemediğim.. Fakat karanlık olan sokak mıydı, yüzümde olduğunu düşünmüş olmamı sağlayan mı, yoksa eller miydi sahiden de.. Ya da ben miydim o karanlık…

 

Sayfalarım olmadı ellerimle doyasıya kavrayabileceğim sıradan bir gazeteden , soğuktan hissetmediğimi anlayıp,yinede devam etmesini arzularken bedenimin oturma eylemine bir bank üzerinde ve içine çekerken tüm şehrin ışıklarını,doyasıya seyredeceğim, merak etmeye doymak istemeyeceğim aşktan bir silüetim de..Olmadı hiç,olmayan neydi,,,ben mi? Yoksa ben olmadan benim olamayanlar mı? Neydi…

 

 

Eşsiz bir eser bu,mutlu olma yeteneği, olmadığın halde mutlu görünebilmeyi sağlayabilme yetisi yani içindeki insanın… Çok farklı bu yüzden,diğerleri basit ve sıradan,ama basit olmayan şey mutluluk mu olmalı eğer diğerleri öyle olacaksa,ya da basit olmaması gereken, hissedilmesi gereken mutluluk olgusu mu,birilerimiz gözlerini açamaz iken hala ve de yalnız…

Koyu , çok koyu, ancak gözleri alacak kadar da parlak.. Ne bu? Öfke mi… Şu an kim duyuyor?Ben duyuyorum,ve de izliyorum,ama duyduğum ve izlediğim öfke değil.. Bir öfke nasıl izlenebilir?Saklanır ve doğru yerde doğru anda beliriveririsin,sonra da umarsın… Umduğunu paylaşmak isteyen kim var? Ben isterim ama umduğumu değil,umudumu isterim… İsterim,ama geriye isterim…

(...)

 

-Yanlış bir şeyler var; baksana bir gökyüzü yok artık..

-Gökyüzünün ne anlama geldiğini de bilmeyebilirdik ama...

-Üşüyorum..Bu sen misin?

-Bu aşk olmalı,seni seviyor muyum?

-Git şimdi;ben ölüyorum...

3 Eylül 2009 Perşembe

What Am I Doing...

... while my guitar gently weeps.

Bu aralar pek birşey ekleyemiyorum bloga, aslında yazmadığımdan değil de üşengeçliğimden ve birkaç başka sebepten dolayı. Ama yeni yazılar ve hatta resimler, evet konsepti genişletiyoruz, eklenecek eylül ayında merak etmeyin.

Blogun durumu ile ilgili bilgilendirici kısmı geçtiğimize göre, üç beş kelam edelim, kuru kuru bitmesin bu entry. Neler yapıyorum bu aralar, her zaman ki bol bol müzik dinliyorum, kitap okumaya ayırdığım süreyi biraz arttırdım kitap okuyorum ve YDS'ye hazırlanmaya başladım en sonunda. Acayip hevesliyim düşündüğümün aksine, cidden nefret ediyormuşum demek ki şu anda bulunduğum salak yerden. Neyse umarım yolun sonunda iyi birşeyler çıkar.

Başka neler oluyor hayatımda, bazı insanlar ayrıldı hayatımdan, belki de geç kalmışlardı bunu yapmak için, onları suçlayamıyorum ama keşke gitmeselerdi. Neyse bu da böyle işte. Ha tabi yeni insanlarda girdi hayatıma, oldukça ilginçler, bazıları sinir bozucuymuş gönderdim hemen bazıları uzunca bir süre kalacak gibi.

Azıcık ondan azıcık bundan turumuza ne ile devam edelim, hmm, oyungezer paso çöküyor çok gıcık bir durum bu. Aman ya neyse, sevmiyorum forumdan falan bahsetmek blogda, o yüzden böyle alelade bir cümle yazdım hatta hiç yazmayabilirdim de.

Bu entry'yi beatles'dan bi şarkının sözleriyle bitireceğim;

I look at you all see the love there that's sleeping
While my guitar gently weeps
I look at the floor and I see it needs sweeping
Still my guitar gently weeps
I don't know why nobody told you how to unfold your love
I don't know how someone controlled you
They bought and sold you.

I look at the world and I notice it's turning
While my guitar gently weeps
With every mistake we must surely be learning
Still my guitar gently weeps
I don't know how you were diverted
You were perverted too
I don't know how you were inverted
No one alerted you.

I look at you all see the love there that's sleeping
While my guitar gently weeps
Look at you all...
Still my guitar gently weeps.

28 Ağustos 2009 Cuma

Desem ki...

Cahit Sıtkı'nın Otuz Beş Yaş adlı kitabını okuyorum şu sıralar ve sanırım daha iyisini bulamayacağım, hayatımın şiirine rastladım bu kitapta. Yazıvereyim de sizde okuyun.

DESEM Kİ

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Cahit Sıtkı TARANCI.

11 Ağustos 2009 Salı

Pandora'nın Aşığı

Hey sen! Duymuyormusun, biliyorum duyuyorsun ama kaale almıyorsun, bunu bana yapma n’olursun! Seni o kutudan kurtarmaya geliyorum bi tanem! Ama sıkılmaya başlıyorum en azından bir cevap ver.

Neyse neyse, vakit kaybetmemem gerek, lanet olasıca kutu nerde olabilir ki, ... ben neler saçmalıyorum yine, kutu zaten bende değilmi! O zaman ne bekliyorum ki kutuyu açmak için. Pandora! Bunu arkasında da sen varsın, neden seni kurtarmama izin vermiyorsun, sana aşığım senin olmak için seni kurtaracağım! Dur bir dakika, etraf neden karardı, ışıkları kim söndürdü! Keşke Venüs’e veya Afrodit’e falan aşık olsaydım, Pandora’nın umrunda bile değilim galiba...

“Anlamaya başlıyorsun sonunda!” . Hey bu seste ne! Pandora, Pandora’m! yoksa bu güzel ses sana mı ait? Lütfen bana cevap ver.

“Evet aptal aşığım, evet. Ben Pandora’yım. Ve seninle konuştuğum için bile kendini şanslı saymalısın, çünkü benimle konuşanların sonu hiçbir zaman iyi olmamıştır.” . Umrumda bile değil Pandoram! Seni ordan kurtarmaya geldim.

“Sen kendini ne zannediyorsun! Ben senin Pandora’n! değilim. Bana böyle hitap etmeyi kes!” . Bu kızgın ton sesine öyle yakışıyorki Pandora’m... “Sana... Kes şunu dedim!”

Pandora! Pandora’m! senin ordan çıkmak istediğini biliyorum, ama neden çıkarmama izin vermediğini anlayamıyorum, seni hem özgür bırakmış olurum, hemde çok mutlu ederim! Herşeyden daha çok değer veriyorum sana! Lütfen bana izin verde seni kurtarayım ve hayatlarımız birleşsin.

“Beni rahat bırak, herhangi birinin, özellikle senin yardımına ihtiyacım yok! Git kendine kilitli tahta bir sandık ve aşık olacak güzel bir kadın bul.”

Herşeyin bu kadar kolay olduğunu mu zannediyorsun b’tanem! Ben sana bir lanetle aşık oldum, bozulması imkansız, kadim bir lanetle. Ve ödülüm, aşkım! , elime verildi, bu güzel, ufak kutunun içinde o, sensin o, Pandora’m. Lanet yada değil, seni nasıl sevdiğimi görmüyormusun! Ama beni çok üzüyorsun!

“ Evet bunu yapıyorum ve zerre kadar umrumda değil. Çünkü sana ihtiyacım yok. Şey, aslında var ama bir aşık tarafından kurtarılmaktansa burda birkaç yüzyıl daha burda yaşamayı tercih ederim.”

Çaresiz olmana rağmen inatçısın. O kadar tatlı geldi ki şu son söylediklerin kulağıma... Bu halde bile o meydan okuyuşun, aradığım kadın işte bu dedim tekrar kendi kendime! Pandora’m! Bırakta ikimizinde işkencesi bitsin.

“Bak, seninle sakin konuşacağım bu sefer. Aramızdaki farkı anlayamıyorsun galiba... Ben Pandora’yım! Güçlüyüm ve seninde bildiğin gibi güzelim. Böyle üstün bir varlığın sende ne bulacağını düşünüyorsun acaba, bunu açıkla bana.”

Hay hay b’tanem! Ama ufak bir sorunumuz var, bunun için seni oradan çıkarmam gerek. Hadi izin ver bana da çıkarayım seni oradan, sonrada birlikte gideriz! Sen nereyi istersen! Çok yoruldum ve bu karanlık benim canımı sıkıyor.

“Zeki olduğunu mu zannediyorsun? Hiç bir şekilde senin beni çıkarmanı istemiyorum! Senin yardımını istemiyorum! Rahat bırak beni, rahat!”

Sakinleş lütfen. Bu yarattığın boşlukta bizbizeyiz ne de olsa. Belki de seninle anlaşabiliriz.. En azından bunu kabul edebileceğini umuyorum Pandora’m...

“Senin gibi basit biriyle pazarlık ha.. Söz konusu bu kutudan çıkmam olmasa buna hiç tenezzül etmezdim. Söyle bakalım şartların neler, ama içinde “biz” kelimesi geçtiği an vazgeçerim.”

Sen nasıl istersen Pandora’m! Teklifimi dinlemeyi kabul ettiğin için sana minnettarım. Teklifime gelecek olursak şudur, seni ordan çıkarmama izin vereceksin ve gözlerine bakıp seni birkez olsun öpmeme... Eğer bana aşık olmazsan istediğini yapabilirsin, beni öldürebilirsin bile...

“Hahahahah! Daha iyi bir teklif beklerdim senden, bir aşık olsan bile bir beynin olabileceğini düşünmüştüm, yanılmışım. Teklifini kabul ediyorum seni ahmak.”

Şimdi kendimi bana bırak ve hiçbirşey söyleme Pandora’m... Kutuyu açıyorum, ama unutma, bir söz verdin onu yerine getirdikten sonra istediğini yapabilirsin.

Gözleri köreden bir ışık hüzmesi boşluğu bir anda kapladı... karanlık veya aydınlık değildi bu, farklı birşeydi, gözleri kör edercesine boşluğa yayılmış, adeta boşluğun kendisi olmuştu.

Pandora narin ellerini uzattı ve saçlarını geriye atıp ay kadar solgun ama bir o kadar sade bir güzelliğe sahip olan yüzünü gösterdi. Tahmin ettiğinden daha farklı birşey olacağını aklının ucundan dahi geçirmiyordu, sadece kutudan kurtulmuş olmanın sevinci vardı o inanılmaz durgunluğun altında...

Ve dudakları birleşti. Pandora kalbinin durduğunu sandı, bunun imkansız olduğunu biliyordu ama anlam veremiyordu olan bitene. Tek bildiği şu ana kadar böyle hissetmemiş olduğuydu. Boşluğu kaplayan ışık tekrar toparlanıyordu, gelip onların etrafını çevreledi. Ve bir anda kayboldu herşey.

Boşlukta, çok uzaklarda iki yıldız parladı, hiç sönmeyecek iki yıldız.

Brain Damage

Nerde olduğumla ilgilenmiyorum, çünkü istediğim yerde istediğim an olabilirim. Burası benim dünyam, şey belki benim dünyam diyemem ama bana itaat ettiği kesin. Efendi benim burada, düşüncelerim, aklım. Yönetmek için düşünmenin yetmesi ne yüce bir erdemdir diye düşünüyorum bazen, tanrı olup olmadığım hakkında düşünüyorum, açıkcası umrumda değil, tanrı olsam ne farkeder ki? Ben böyle arzuları olan biri değilim.

Ah, kahretsin yine oluyor. Galiba uykuya daldım, bu sefil yere geldim rüyamda. Bunun olmasından nefret ediyorum ve hiçbir anlam veremiyorum. Bu rüyadakilerin gerçek olduğunu düşünüyorum bazen, gerçekten beni tanıyorlar. Anlam veremediğim diğer birşey ise hep aynı rüyayı görmem, bunun böyle olmaması gerek aslında, rüyalarımı kontrol edebilmeliyim, bana itaat eden bir yerde kendimi kontrol edememem beni korkutuyor. Ne kadarda ilginç, ben bu rüyada fazlasıyla çok konuşuyorum, konuşmaktan kastım sözle ama, rüyadakilerle. Aklımın sözleriyle arasında herhangi bir bağlantı yok. Sanki ben bu et yığınını bu rüya için bir araç olarak kullanıyorum. Hatta belki de bu et yığınının da bir aklı vardır, bunu bilmiyorum.

Eh, şey evet var. O akıl benim işte ve sende benim davetsiz misafirimsin. Açıkcası şu ana kadar beklememin sebebi nasıl olupta her seferinde buraya gelebildiğini bulabilmekti, ama bulamadım. Son olarak bunu seninle konuşmaya karar verdim. Neden buraya geliyorsun ki, buranın senin için özelliği ne?

Beni şaşırttığını söylemem gerek. Bu saçma rüyada ilk defa kendim haricinde konuşacak birşeye rastladım, aslına bakarsan ben hep kendi kendime konuşurum. Kendi hayatımda bu tür şeyler yok, hiçbirşey yok ama aslında herşey var. Sadece istemem yeterli.

Fazlasıyla ilginçmiş. Demek sana itaat eden bir dünyan var. Belki de bir tanrısındır ha, ama sanmıyorum, bir tanrı kendinin herşeyini kontrol edebilir, eğer tanrı olsan burda olmayı istemediğin halde burda olmazdın.

Sen burda ne yapıyorsun? Yoksa bu rüyadamı yaşıyorsun?

Rüya? Bunun bir rüya olduğunu düşünüyorsun? Eğer öyle düşünüyorsan fazlasıyla şaşıracaksın çünkü burası gerçek dünya.bu et yığınının içinde olmam da onun düşünmesini sağlamam gerektiğinden. Akıl ve insan ayrılmaz parçalardır gerçek dünyada, biri olmadan ötekinin hiç bir anlamı yoktur.

Hahahahah! Bu dediklerine gülmelimiyim bilmiyorum. Bu saçma, ruhsuz yermi gerçek? Bir sürü birbirine benzeyen, duygularıyla hareket edip mantıklarını hiçe sayan aptal varlıkların olduğu bu yer gerçek demek? Beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim, senin daha mantıklı olduğunu düşünmüştüm.

Açıkcası bu dediklerini benim demem gerekiyor. Kendi alemindeki mükemmeliyete öyle alışmışsın ki, duyguların ve hislerin yokolmuş, isteksizleşmiş ve donmuşsun resmen. İşte bu halin yüzünden gerçekleri anlamlandıramıyor, gerçekle rüyayı ayırdedemiyorsun.

Burda kalıp biraz daha konuşmak, gülmek isterdim ama gitmem gerekiyor.” Gerçek” Dünya’ya, benim Dünya’ma gidiyorum.

Heh, sonunda. Ne kadar çekilmez bir rüyaydı, o akıl fazlasıyla saçma konuşuyordu. Neymiş, asıl bu bir rüyaymış. Kendimi kandırıyormuşum, asıl bunlar saçmalık. Kudretimin bedeli bu rüya saçmalığı belki de, evet evet. En mantıklı açıklaması bu. Kudretimin bedeli olarak kendi elimde olmadan bu rüya alemine gidiyorum, et yığınlarının olduğu aleme. Duyguların ve hislerin önemsendiği, mantık yerine sevginin olduğu o saçma yere. Yani kısmen, son seferki olay beni şaşırttı. Beni anlayabilen, benimle konuşabilen bir varlık görmek orada, ilginçti. Belki de oda benim gibiydi, o rüyaya kısılı kalmıştı ve delirmişti. Geri dönemediğinden gerçekle rüyayı karıştırır olmuştu. Evet evet, bu çok mantıklı. Eğer onu bir daha görür...... ah, galiba yine oluyor....

Tekrar bu rüya alemindeyim, en son ne diyordum, hah evet, eğer onu bir daha görürsem ona ne olmuş olabilceğini anlatıcağım. Belki de bu ona birşey ifade eder ve kendi boyutuna dönmesine yardımcı olur.

Beni arıyorsun galiba? İşte buradayım.

Ama sen, nasıl beni duydun ki? Buna imkan yok!

İmkan yok mu dedin? Şey galiba buraya geldiğimi hala farkedemedin. Rüya görüyorsun değilmi sen? Uyku mahmurusun galiba o yüzden anlayamadın. Ben burdayım ve seninle konuşmak istiyorum. Sana yardımcı olacağını umarak.

Sen nasıl bana yardım edebileceğini düşünüyorsun ki? Ayrıca, bir rüyada ne gibi bir yardıma ihtiyacım olabilir ki, heh gerçek hayatta da yardıma ihtiyacım yok ya, oda ayrı bir konu. Asıl ben sana yardım etmek istiyorum. Senin gibi başka hiçbirşeye rastlamadım burada. Bence sende benim gibisin, sadece büyük bir karmaşa içindesin. Burayı gerçek ve kendi dünyanı rüya sanıyorsun bu yüzden.

Sanıyormuyum? Senin şu ana kadar herşeyi anlamış olmanı beklerdim açıkcası, beni hayal kırıklığına uğrattın. Benim hiçbirşeyi karıştırdığım yok. Ama sen, senin istek ve arzuların seni esir almış, öyleki rüyaları gerçek dünyaya çevirmişsin, kendini de efendi yapmışsın. Söylesene bana, eğer bu bir rüyaysa, neden her istediğimi yapamıyoruz? Rüyalar gerçek değildir, yapabiliyor olmamız gerek.

Aslında rüy...

Dur dur söyleme, çünkü söyleyebileceğin mantıklı birşeyin yok. Köşeye sıkışmaya başladın ve olup biteni anlamlandırmaya. Herhangi bir gerçeklikte isteklerini gerçekleştirmenin dediğin gibi olmadığı anla. Dediklerin rüyalar içindir işte. Korkma, artık öğrendiğini biliyorum. Sadece alışmaya çalış.

Galiba haklısın, kendime itiraf edemediğim derinlere sakladığım bir sırdı ama ben buna öylesine kaptırmıştım ki, şimdi onun yerinde kara bir boşluk var, kendi kendimi içine çekiyor. Yapacak birşeyin kaldığını sanmıyorum, rüyalarımın ve gerçekliğin arasındayım galiba şu anda... Beni duyup, duyamadığını bile bilmiyorum veya nerde olduğumu. Her ne kadar sonum olsada, bana gerçeği hatırlattığın için sağol.........

28 Temmuz 2009 Salı

Ballad of Dharkan

Sensiz geçen uzun ve soğuk bir kıştı. Aslında sen orda değildin, daha doğrusu ben orda olduğunu bilmiyordum senin. İçimden yalvarıyordum tanrıya, birçok şey için, ne olduklarını bilmiyordum, onun karar vermesini istiyordum. Ve seni çıkardı karşıma, ama ellerimi uzatır uzatmaz parmaklarımın arasından kayıp gittin.


Ve o günden beri, o soğuk kış bitmedi.


Dayanacak gücü bulmak zor, çok zor ama deniyorum. Unutmayı değilde, avutmayı deniyorum kendimi. Unutmaya çalışmanın bir anlamı yok çünkü. Ve bundan sonra olup bitenler hakkında konuşmak istemiyorum.


Çünkü ne dersem diyeyim, Ne yaparsam yapayım

Olanları değiştiremem.

Ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım.

Seni değiştiremem.


Merak ediyorum yıllar sonra hatırlayacakmısın, hatırlayabilecekmisin adımı, beni? Karşılaştığımızda kucaklaşıp hasretmi gidereceğiz yoksa mükemmel yabancılar olup birbirimizi tanımadan yada aldırış etmeden geçip gidecekmiyiz. Belli mi olur, belkide hem kucaklaşır hem oturur bir yerde konuşuruz, birşey değişeceğinden değil ya hani, maksat seninle biraz vakit geçirmek.


Hem zaten ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım

Olanları değiştiremem.

Ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım.

Seni değiştiremem.


Ama bitanem, senden ayrılacağım. Evet doğru duydun senden ayrılacağım. Evet ne dediğimin farkındayım ve tekrar ediyorum senden ayrılacağım. Şaka yapmıyorum, uzaklaşmalıyım. Duyar gibiyim, yok yok duyuyorum. Kendime gelmeliyim, düzelmeliyim.

Yeterince açık olamadım biliyorum, bitanem, ben senden asla ayrılamam ama aklım, kalbim, onları artık senden almalıyım. Alıp yerlerine yerleştirmeliyim. Onların bu acıya dayanamadıklarını hissediyorum. Onların, onların beni çağırdığını duymuyormusun?!


“Aslında biz hergün mutluyduk seninle,

Seninle geçen her saniye ayrıydı.

Ama şimdi, senden ayrılmalıyız.”


Onlarıda duydun, sanırım gidebiliriz artık. Kışı beklemeyeceğim, o soğuk kışı bekleyip herşeyi tekrar tekrar hatırlatmasına izin vermeyeceğim. Bu yaz bitecek herşey.

...

Ve şimdi, iyi bak kendine, gitmem gerek.

24 Temmuz 2009 Cuma

Keep Talking

"Etrafımı saran bir sessizlik var.
  Doğru düzgün düşünemiyorum."

Sözleri aklımdaki gibi düzene sokamıyor, ağzımı açıp onları serbest bırakamıyorum. Bakakalıyorum, anlam veremiyorum hiçbirşeye.

"Bir köşede oturacağım.
 Böylece beni kimse rahatsız edemez.”

Evet, en iyisi bu. Oturup unutacağım. Kendimi, dünyayı, olup bitenleri. Soyutlayacağım kendimi hayattan, yada öyle sanacağım. Kimseyi duymayacağım, yada duymamazlıktan geleceğim. Umursayıp umursamadıkları umrumda bile değil.

...

-Burak, neden orada yanlız başına oturuyorsun?
-(Sanırım şimdi konuşmalıyım.)
-Neden benimle konuşmuyorsun?
-(Kahretsin. Konuşabileceğimi sanmıyorum.)
-Beni duymuyormusun Burak?
-(Doğru sözcükleri bulamıyorum.)
-Ne düşünüyorsun?
-(Dayanamıyorum. Sanki boğuluyorum gibiyim.)
-Burak, gözlerimin içine bak, ne hissediyorsun?
-(Kendimi çok güçsüz hissediyorum.)
-Neden benimle konuşmuyorsun?
-(Ama bu güçsüzlüğümü ifade edemiyorum.)
-Burak, hep böyle yapıyorsun neden konuşamıyoruz biz?
-(Bazen merak ediyorum....)
-Ne düşünüyorsun?

(Biz nereye gidiyoruz?)

....


-Lütfen gözlerimin içine bak ve konuş. Bak yanındayım ve ellerini tutuyorum.
-(Sanki... Boğuluyor gibiyim.)
-Konuş artık ne olur, bu istediğim çokmu?
-(Soluk alamıyorum. Hayat çekiliyor sanki.)
-Ne düşünüyorsun yine?
-(Hiçbir yere gitmiyoruz.)
-Ne hissediyorsun benim hakkımda?
-(Hiçbir yere gitmiyoruz. En azından ben.)
-Neden benimle konuşmuyorsun!
-Benimle hiç konuşmuyorsun Burak!

Nereye gidiyoruz Burak...


(Bu böyle olmak zorunda değil. Tek yapmamız gereken konuşmaya devam etmek. Tabi ben bunu başarabilirsem....)